Burada asıl önemli nokta şu; belli bir tekrardan sonra artık “ezberleme” aşaması bitiyor; karakterle bütünleşme, “o” olma ve karaktere ruh katma aşaması başlıyor.
James Lipton’ın sunduğu ve 1994 yılından beri yayın hayatını sürdüren Inside The Actors Studio sinema dünyasına emek vermiş konuklarıyla harika bir TV programı. Konuklarından biri de Sir Anthony Hopkins’di. Hopkins’in programa bu ikinci konuk oluşuydu; yaklaşık 10 yıl önce bir kez daha konuk olmuş ünlü oyuncu.
Hopkins’in repliklerini ezberleme tarzı üzerine daha önce birkaç yerde daha bazı şeyler duymuştum. Ancak bunların söylenti mi, abartı mı yoksa doğru mu olduğunu bilmiyordum.
Buna göre Hopkins her repliğini 250 kez tekrar edermiş. Kısa ya da uzun tüm repliklerini... Ve Lipton sohbet esnasında ünlü oyuncuya bu konuyu sorduğunda ünlü oyuncu bunun doğru olduğunu söyledi. Peki neden 250?
Bunun yanıtını Hopkins’de bilmiyor ama böyle bir sistem geliştirmiş kendince. İşi oyunculuk olan, bu işten para kazanan bir insan yazılanı ezberleme konusunda sıradan insanlardan doğal olarak daha iyidir. Rolüne göre bir repliğini belirli bir sayıda tekrarla ezberlemiş olur.
Burada asıl önemli nokta şu; belli bir tekrardan sonra artık “ezberleme” aşaması bitiyor; karakterle bütünleşme, “o” olma ve karaktere ruh katma aşaması başlıyor. Burada tam olarak canlı bir karakterle, hayali bir karakterin “bir” olmasından bahsediyorum. İşte tam bu noktadan itibaren oyuncu karakterine benliğinden birşeyler katmaya, onu ete kemiğe büründürmeye başlıyor.
Hopkins’in performansıyla Oscar ödülü kazandığı Hannibal Lecter karakterini alın. Aslında bu rol daha önce bir başka büyük İngiliz oyuncu Brian Cox tarafından canlandırılmıştı ve hiçte fena bir perfomans göstermemişti.(2)
Ancak “iyi” performans’la “mükemmel” performans arasında fark var. Ve burada farklılığı getiren Hopkins oldu. Üstelik Hopkins, Oscar’ı en kısa süreli performans’la alan oyunculardan biri olmuştur. (Hannibal Lecter ekranda sadece 17 dakika görünmüştü.)(3)
Bugün “Hannibal Lecter” diyince kaçımızın aklına Brian Cox perfomansı geliyor? İşte bu farklılığı getiren, Hopkins’in karakteri ele alış, onu özümseme ve bir sonraki aşama olan, senaryoda yazılanın dışında karakterine yeni özellikleri katma başarısı olmuştur.
Örneğin Hopkins, Lecter karakteri üzerinde çalışırken onun gözlerini pek kırpmayan bir karakter olması gerektiğine karar vermiş. Thomas Harris’in romanındaki Lecter karakteri zaten pek çok özelliğiyle sıradan bir insanın ötesinde bir kişilik; dahi bir sosyopat’tır. Hopkins çekimler esnasında gözlerini mümkün olduğunca kırpmayarak bunu hayata geçirmiştir. Hopkins’in kağıt üzerindeki Lecter karakterinde gördüğü bir diğer önemli ayrıntı da karakterinin sesinin tonudur.
Böylesine bir karakterin sesinin, kelimeleri kullanma, konuşma tarzının normal bir insanınkiyle aynı olması düşünülemez elbette. İşte bu noktada Hopkins’in aklına Stanley Kubrick'in 2001: A Space Odyssey filmindeki bilgisayar HAL-9000’in sesi gelir.
İniş ve çıkışları fazla olmayan, rahatsız edici, adeta tekdüze bir ses… Karakterine son rötuşları da atmıştır Hopkins. Bu noktadan itibaren sinema izleyicisi adeta büyüleyici bir oyunculuk gösterine şahit olur.
Hopkins o kadar başarılıdır ki rol arkadaşı Jodie Foster bile “Ondan ödüm kopmuştu” itirafında bulunur. İşte biz sinema izleyicisini bu denli büyüleyen, neredeyse gerçek olduğuna inanacağımız kadar bizi etkileyen böylesine performansların altında bir oyuncunun karakterinin gelişimine verdiği önem, onunla özdeşleşme konusunda gösterdiği hassasiyet yatıyor.
Kaynak:
(1) http://www.bravotv.com/Inside_the_Actors_Studio/guest/Anthony_Hopkins
(2) http://www.imdb.com/title/tt0091474/
(3) http://en.wikipedia.org/wiki/Anthony_Hopkins
James Lipton’ın sunduğu ve 1994 yılından beri yayın hayatını sürdüren Inside The Actors Studio sinema dünyasına emek vermiş konuklarıyla harika bir TV programı. Konuklarından biri de Sir Anthony Hopkins’di. Hopkins’in programa bu ikinci konuk oluşuydu; yaklaşık 10 yıl önce bir kez daha konuk olmuş ünlü oyuncu.
Hopkins’in repliklerini ezberleme tarzı üzerine daha önce birkaç yerde daha bazı şeyler duymuştum. Ancak bunların söylenti mi, abartı mı yoksa doğru mu olduğunu bilmiyordum.
Buna göre Hopkins her repliğini 250 kez tekrar edermiş. Kısa ya da uzun tüm repliklerini... Ve Lipton sohbet esnasında ünlü oyuncuya bu konuyu sorduğunda ünlü oyuncu bunun doğru olduğunu söyledi. Peki neden 250?
Bunun yanıtını Hopkins’de bilmiyor ama böyle bir sistem geliştirmiş kendince. İşi oyunculuk olan, bu işten para kazanan bir insan yazılanı ezberleme konusunda sıradan insanlardan doğal olarak daha iyidir. Rolüne göre bir repliğini belirli bir sayıda tekrarla ezberlemiş olur.
Burada asıl önemli nokta şu; belli bir tekrardan sonra artık “ezberleme” aşaması bitiyor; karakterle bütünleşme, “o” olma ve karaktere ruh katma aşaması başlıyor. Burada tam olarak canlı bir karakterle, hayali bir karakterin “bir” olmasından bahsediyorum. İşte tam bu noktadan itibaren oyuncu karakterine benliğinden birşeyler katmaya, onu ete kemiğe büründürmeye başlıyor.
Hopkins’in performansıyla Oscar ödülü kazandığı Hannibal Lecter karakterini alın. Aslında bu rol daha önce bir başka büyük İngiliz oyuncu Brian Cox tarafından canlandırılmıştı ve hiçte fena bir perfomans göstermemişti.(2)
Ancak “iyi” performans’la “mükemmel” performans arasında fark var. Ve burada farklılığı getiren Hopkins oldu. Üstelik Hopkins, Oscar’ı en kısa süreli performans’la alan oyunculardan biri olmuştur. (Hannibal Lecter ekranda sadece 17 dakika görünmüştü.)(3)
Bugün “Hannibal Lecter” diyince kaçımızın aklına Brian Cox perfomansı geliyor? İşte bu farklılığı getiren, Hopkins’in karakteri ele alış, onu özümseme ve bir sonraki aşama olan, senaryoda yazılanın dışında karakterine yeni özellikleri katma başarısı olmuştur.
Örneğin Hopkins, Lecter karakteri üzerinde çalışırken onun gözlerini pek kırpmayan bir karakter olması gerektiğine karar vermiş. Thomas Harris’in romanındaki Lecter karakteri zaten pek çok özelliğiyle sıradan bir insanın ötesinde bir kişilik; dahi bir sosyopat’tır. Hopkins çekimler esnasında gözlerini mümkün olduğunca kırpmayarak bunu hayata geçirmiştir. Hopkins’in kağıt üzerindeki Lecter karakterinde gördüğü bir diğer önemli ayrıntı da karakterinin sesinin tonudur.
Böylesine bir karakterin sesinin, kelimeleri kullanma, konuşma tarzının normal bir insanınkiyle aynı olması düşünülemez elbette. İşte bu noktada Hopkins’in aklına Stanley Kubrick'in 2001: A Space Odyssey filmindeki bilgisayar HAL-9000’in sesi gelir.
İniş ve çıkışları fazla olmayan, rahatsız edici, adeta tekdüze bir ses… Karakterine son rötuşları da atmıştır Hopkins. Bu noktadan itibaren sinema izleyicisi adeta büyüleyici bir oyunculuk gösterine şahit olur.
Hopkins o kadar başarılıdır ki rol arkadaşı Jodie Foster bile “Ondan ödüm kopmuştu” itirafında bulunur. İşte biz sinema izleyicisini bu denli büyüleyen, neredeyse gerçek olduğuna inanacağımız kadar bizi etkileyen böylesine performansların altında bir oyuncunun karakterinin gelişimine verdiği önem, onunla özdeşleşme konusunda gösterdiği hassasiyet yatıyor.
Kaynak:
(1) http://www.bravotv.com/Inside_the_Actors_Studio/guest/Anthony_Hopkins
(2) http://www.imdb.com/title/tt0091474/
(3) http://en.wikipedia.org/wiki/Anthony_Hopkins
Comments
bu arada Murat bey,profil bölümündeki özgeçmişinizi okudum...Başarılarınızın devamını dilerim.Bende SDÜ.Müh.Fak.isinden mezunum fakat sizin kadar iyi başarılara imza atamadım...:)))
PS: Yorumunuz için teşekkür ederim. Başarılara imza atmak mı? Ben asla bir mühendislik fakültesini bitiremezdim :)