Biz, türü ne olursa olsun sevdiğimiz filme sahip çıktıkça bizim dışımızdaki insanlar da bu sevgiyi ve değeri er geç anlayacaktır.
“Matrix” diyince aklınıza nasıl bir film geliyor ? Hiç şüphesiz büyük bir çoğunluğun cevabı “bilim kurgu” olacaktır. Bu yanlış değil; aksine filmi tanımlayan bir çok tür’den en güçlü etkisi olan bu.
1999’da gösterime girdiğinde yorumlarını her zaman çok beğendiğim bir arkadaşıma filmle ilgili görüşünü sorduğumda bana verdiği tek cümlelik cevabı hala unutmam; “Anarşist bir film.”
Sinema dünyasının etnik yapısı içinde görkemli dramları (örneğin Gandhi, Titanik ya da İngiliz Hasta) “beyazlar” olarak kabul edersek, bilim kurgu, gerilim, fantastik gibi diğer türler de “siyahlar“, “İspanyollar” ya da “Asyalılar” olarak bu etnik yapıda yerlerini aldı ve ona göre de muamele gördü.
Uzunca bir süre en büyük onur hep beyaz’lara layık görüldü. Siyahların ya da Porto Rico’luların büyük başarıları ise bunlarla yarıştı, zorladı hatta bazı round’ları aldı ama sonunda büyük ödülü hep ıskaladı. Ancak adalet söz konusu olduğunda halkın refleksleri genelde şaşmaz; nitekim, elitlerin onurlandırmakta isteksiz kaldığı başarılı “tür” filmleri halkın gözünde kült mertebesine erişmiş ve hem maddi hem de manevi olarak onurlandırılmıştır.
Filmi çok beğenen izleyici, yüzlerinde acı bir tebessümle “ne yazık ki Oscar’ın fil dişi’nden kulelerindeki elitler tarafından ciddiye alınmaz” serzenişlerinde bulunmuş, ancak bu serzeniş boşa çıkmış ve film 4 Oscar ödülü kazanmıştı. Her ne kadar bu ödüller kodaman ödüllerden değilse de (en iyi kurgu, en iyi görsel efekt, en iyi ses efekti, en iyi ses) bu da bir başlangıçtı. Sonrasında 2001 yılında Yüzüklerin Efendisi serisi ile bu da yıkıldı.
Halkın çok beğendiği bu üçleme, ilkiyle 4, ikincisiyle 2 tane Oscar kazanmış; hele üçüncü filmle turnayı gözünden vurarak tam 11 Oscar ödülü kazanmıştı. Üstelik bunların içinde kodamanlardan kabul edilen “en iyi yönetmen” ve “film” ödülleri de vardı. Bu tahminlerin çok ötesinde bir başarıydı çünkü Oscar tarihinde daha önce sadece iki film (1960 yılında Ben-Hur ve 1998 yılında da Titanic) 11’er Oscar kazanmıştı. Bu güzel gelişmenin son halkası 2006’da çevrilen “Pan’in Labirenti” oldu ve tam 3 Oscar’la ödüllendirildi.
Şükür ki artık reel dram’ların dışındaki türler de bugün halkın dışındaki otoritelerce onurlandırılmaya, hak ettiği payeyi almaya başladılar. Oscar çok mu önemli ? Belki hayır ama bu, bugün hayal gücünün tam anlamıyla daha çok takdir edilmeye başladığının en büyük işareti.
“Matrix” diyince aklınıza nasıl bir film geliyor ? Hiç şüphesiz büyük bir çoğunluğun cevabı “bilim kurgu” olacaktır. Bu yanlış değil; aksine filmi tanımlayan bir çok tür’den en güçlü etkisi olan bu.
1999’da gösterime girdiğinde yorumlarını her zaman çok beğendiğim bir arkadaşıma filmle ilgili görüşünü sorduğumda bana verdiği tek cümlelik cevabı hala unutmam; “Anarşist bir film.”
Sinema dünyasının etnik yapısı içinde görkemli dramları (örneğin Gandhi, Titanik ya da İngiliz Hasta) “beyazlar” olarak kabul edersek, bilim kurgu, gerilim, fantastik gibi diğer türler de “siyahlar“, “İspanyollar” ya da “Asyalılar” olarak bu etnik yapıda yerlerini aldı ve ona göre de muamele gördü.
Uzunca bir süre en büyük onur hep beyaz’lara layık görüldü. Siyahların ya da Porto Rico’luların büyük başarıları ise bunlarla yarıştı, zorladı hatta bazı round’ları aldı ama sonunda büyük ödülü hep ıskaladı. Ancak adalet söz konusu olduğunda halkın refleksleri genelde şaşmaz; nitekim, elitlerin onurlandırmakta isteksiz kaldığı başarılı “tür” filmleri halkın gözünde kült mertebesine erişmiş ve hem maddi hem de manevi olarak onurlandırılmıştır.
Ancak bu yapı içinde bazen beyazlarında haksızlığa uğradığı oldu. İzleyici bunlara tepkisini bu filmlere sahip çıkarak gösterdi. Ne, sırf daha önce zaten iki kez Oscar kazandığı için “Cast Away”deki performansı haksızca göz ardı edilip yerine Russell Crowe’a ödül verilen Tom Hanks’i (ve yardımcı erkek oyuncu voleybol topu Wilson’ı) ne de Coen kardeşlerin 1998 yapımı efsanevi filmi “Büyük Lebowski”yi unuttu.
Bugün dünyanın her yerinde “Dudeizm”in sadık fanatikleri ve bunların web siteleri var. Hatta her yıl İngiltere’de “Büyük Lebowski” hayranlarının bir araya geldiği bir Lebowski festivali (http://lebowskifest.com/fests.asp) bile var. Yani düşünsenize, bugün kaç izleyici aynı yıl çekilip üstüne bir de Oscar kazanan “Shakespeare in Love” filmi için bir araya geliyor? Bu arada “Yıldız Savaşları”ndan bahsetmiyorum bile…
Arkadaşımın “Matrix” için söylediği “Anarşist bir film” sözü kesinlikle duymayı beklediğim bir cevap değildi ve bu yargıya nasıl varabildiğini ilk başta anlayamamıştım. Şu var ki, geçen zaman içinde onun da kendine göre haklı olduğunu anladım.
Yani Matrix, bir bilim kurgu, aksiyon, polisiye, macera hatta bir gerilim filmiydi. Aynı zamanda romantik, mitolojik, siberpunk, fantastik, anarşist ve çocukça bir filmdi. Kısacası film, siz onu nasıl görmek isterseniz oydu ve odur.
Dahası iyi film iyi film’dir. Bir filmi, çeşitli sebeplerden dolayı bir kategoriye sokmak gerekli bir durum; ancak bu ne yazık ki ve şüphesiz, uzunca bir süre filmlerin kaderiyle oynanmasına da neden olan engelleyici bir kısıtlama olmuştur.
Yakın zamana dek eğer bir bilim kurgu, komedi ya da fantastik bir tür’de film çekiyorsanız pek çok prestijli ödülü daha en baştan unutabilirdiniz. Bir filmin, türü ne olursa olsun elitlerce ciddi bir film olarak kabul görmesi ve prestijli ödüllerle onurlandırılması da ironik bir biçimde yine Matrix’le başlamıştır.
Yani Matrix, bir bilim kurgu, aksiyon, polisiye, macera hatta bir gerilim filmiydi. Aynı zamanda romantik, mitolojik, siberpunk, fantastik, anarşist ve çocukça bir filmdi. Kısacası film, siz onu nasıl görmek isterseniz oydu ve odur.
Dahası iyi film iyi film’dir. Bir filmi, çeşitli sebeplerden dolayı bir kategoriye sokmak gerekli bir durum; ancak bu ne yazık ki ve şüphesiz, uzunca bir süre filmlerin kaderiyle oynanmasına da neden olan engelleyici bir kısıtlama olmuştur.
Yakın zamana dek eğer bir bilim kurgu, komedi ya da fantastik bir tür’de film çekiyorsanız pek çok prestijli ödülü daha en baştan unutabilirdiniz. Bir filmin, türü ne olursa olsun elitlerce ciddi bir film olarak kabul görmesi ve prestijli ödüllerle onurlandırılması da ironik bir biçimde yine Matrix’le başlamıştır.
Filmi çok beğenen izleyici, yüzlerinde acı bir tebessümle “ne yazık ki Oscar’ın fil dişi’nden kulelerindeki elitler tarafından ciddiye alınmaz” serzenişlerinde bulunmuş, ancak bu serzeniş boşa çıkmış ve film 4 Oscar ödülü kazanmıştı. Her ne kadar bu ödüller kodaman ödüllerden değilse de (en iyi kurgu, en iyi görsel efekt, en iyi ses efekti, en iyi ses) bu da bir başlangıçtı. Sonrasında 2001 yılında Yüzüklerin Efendisi serisi ile bu da yıkıldı.
Halkın çok beğendiği bu üçleme, ilkiyle 4, ikincisiyle 2 tane Oscar kazanmış; hele üçüncü filmle turnayı gözünden vurarak tam 11 Oscar ödülü kazanmıştı. Üstelik bunların içinde kodamanlardan kabul edilen “en iyi yönetmen” ve “film” ödülleri de vardı. Bu tahminlerin çok ötesinde bir başarıydı çünkü Oscar tarihinde daha önce sadece iki film (1960 yılında Ben-Hur ve 1998 yılında da Titanic) 11’er Oscar kazanmıştı. Bu güzel gelişmenin son halkası 2006’da çevrilen “Pan’in Labirenti” oldu ve tam 3 Oscar’la ödüllendirildi.
Şükür ki artık reel dram’ların dışındaki türler de bugün halkın dışındaki otoritelerce onurlandırılmaya, hak ettiği payeyi almaya başladılar. Oscar çok mu önemli ? Belki hayır ama bu, bugün hayal gücünün tam anlamıyla daha çok takdir edilmeye başladığının en büyük işareti.
Comments