Düşünsenize bugün acaba kaç yönetmen bu durumu yaşıyor? Yani acaba Zeki Demirkubuz, Spielberg, Kim Ki-Duk kaç izleyicisinden tenkit ya da takdir mektubu alıyor?
Aslında daha da önemlisi acaba bugün kaç izleyicinin aklına izlediği filmle ilgili görüş, eleştiri, takdirlerini bir mektup vb ile filmin yönetmenine yollamak geliyor?
Size, izleyicileri tarafından Rus yönetmen Andrey Tarkovski’ye Ayna (Zerkalo – 1975) filmi için gönderilen mektuplardan bazılarını sunacağım.
Sizin de okuyacağınız üzere bu mektuplardan bazıları oldukça güzel, takdir dolu, bazıları ise öfke ve eleştiri dolu;
Leningrad’dan inşaat mühendisi bir bayan izleyici:
“Filminiz Ayna’yı izledim. Hem de sonuna kadar.
Oysa biraz olsun bir şeyler anlayabilmek, filmdeki kişileri, olayları, anıları bir şekilde birbirine bağlayabilmek için samimiyetle kendimi zorlamaktan daha ilk yarım saatte başıma ağrılar girmişti.
Biz zavallı seyirciler iyi, kötü hatta genelde çok kötü filmler izleriz; bazen vasat da olabilirler, bazen de tam anlamıyla sıra dışı. Bir biçimde hepsini de anlamak mümkün. Onları ya beğenirsiniz ya da burun kıvırır, unutup gidersiniz. Ama ya bu?”
Sverdlovsk’dan bir başka mühendis izleyici:
"Ne zevksizlik, ne saçmalık!
İğrenç bir şey! Bence filminiz tam bir fiyasko.
Seyirciye biraz olsun yaklaşamıyor bile, oysa en önemli unsur seyirci değil midir?
(Ayna filmi için görüş bildiren bu izleyici, o dönem Sovyet Rusya’sında, işi sinema dalından sorumlu siyasi komiserden hesap sormaya dek vardırmış.)
Nasıl oluyor da Sovyetler Birliği’mizin sinema sorumluları böyle bir kepazeliğe göz yumabilmişler?”
Bilimler Akademisi Fizik Enstitüsü’nün duvar gazetesinde çıkmış ve bir enstitü çalışanı tarafından Tarkovski’ye gönderilmiş bir yazı;
"Tarkovski’nin filmi Ayna, bütün Moskova’da olduğu gibi Bilimler Akademisi Fizik Enstitüsünde de büyük ilgi topladı. Filmin yönetmeniyle şahsen tanışma isteğini ne yazık ki çok az kişi gerçekleştirebildi. Tarkovski’nin filmsel malzemeyle nasıl olup felsefi açıdan nasıl olup da bu denli derin bir yapıt ortaya çıkarabildiğini kavramakta güçlük çekiyoruz.
Sinema seyircisi alışmıştır; gittiği filmde bir öykü, bir eylem, kahramanlar ve genellikle bir "happy end"le karşılaşmayı bekler. Tarkovski’nin filmlerinde de bu tür unsurlar arıyor, sonrada hayal kırıklığı içinde evine dönüyor, çünkü umduklarının hiçbirini bulamamıştır.
Bu film ne anlatıyor? İnsanları. Ama off voice’ı Inokenti Smoktunovski’nin(3) üstlendiği somut bir insanı değil. Hayır. Bu, daha çok senin hakkında, baban, ve büyük baban hakkında bir film.
Bu, senden sonra yaşayacak ama yine de ‘sen’ olan insanı anlatan bir film. Dünyanın bu yüzünde yaşayan bir insanı anlatıyor. İnsan dünyanın bir parçası ama dünya da onun bir parçası. Geçmişe ve geleceğe karşı kendi hayatını ortaya koymalı. İşte filmin konusu.
Bu filmi hiçbir iddia taşımadan, öylesine izleyin ve kendinizi Bach’ın müziğiyle Arseni Tarkovski’nin(4) şiirlerine kaptırıp gidin!
Tıpkı yıldızları, denizi, güzel bir manzarayı izler gibi. Matematiksel bir mantığa bu filmde rastlayamazsınız.
Zaten matematiksel mantığın insanın ne olduğunu ve yaşamının anlamını açıkladığı nerede görülmüş ki?”
Gorki’den bir izleyici;
“Ayna için çok teşekkürler.
Her şey, aynen çocukluğumdaki gibi.
Bunu nasıl öğrenebildiğinizi merak ettim doğrusu. O zamanda tıpkı böyle bir rüzgar, bir fırtına esmişti.
‘Galka, kediyi dışarı at! diye bağıran bir büyük anne. Karanlık bir oda…
Gaz lambası da sönmüştü ve anne yolu gözlemekten sıkışan ruhlar.
Çocukta bilincin uyanması, filminizde ne de güzel anlatılıyor!...
Tanrım her şey ne kadar da doğru... Gerçekten de annelerimizin yüzlerini tanımıyoruz. Ve her şey ne kadar da yalın, ne kadar doğal.
Biliyor musunuz, o karanlık sinema salonunda, yeteneğinizin ışıklandırdığı bir perde parçasına bakarken, hayatımda ilk kez yalnız olmadığımı hissettim.”
Leningrad’dan bir işçi:
“Mektubumun nedeni Ayna.
Hakkında söz söylemeye bile cüret edemediğim ama içinde yaşadığım bir film bu.”
Nobosbirsk’den bir öğretmen;
“Bugüne dek herhangi bir yönetmen ya da yazarla izlenimlerimi paylaşmayı hiç düşünmedim.
Ama şimdi çok özel bir durum söz konusu; Bu film, ruhunu ve düşüncesini, huzursuzluk ve görüşler yükünden kurtararak insanı dilsizlik lanetinden azat ediyor.
Filminizin tartışıldığı bir toplantıya katılmıştım. Fizikçisi, edebiyatçısı hepsi aynı görüşteydi; İnsancıl, dürüst ve gerekli bir film; yazarına teşekkür borçluyuz.
Tartışmada söz alan tek tek herkes şöyle dedi; Bu film beni anlatıyor.”
Bu mektupları Andrei Tarkovski’nin “Mühürlenmiş Zaman” isimli kitabından birebir aldım.
Ancak benim asıl ilgimi çeken, bir izleyicinin filmi izledikten sonra düşüncelerini, eleştirilerini, takdir ya da tenkitlerini oturup yazmazı. Sonra da bunu filmin yönetmenine yollaması. Bu ne kadar tuhaf geliyor kulağa...
Düşünsenize bugün acaba kaç yönetmen bu durumu yaşıyor? Yani acaba Zeki Demirkubuz, Spielberg, Kim Ki-Duk kaç izleyicisinden tenkit ya da takdir mektubu alıyor?
Aslında daha da önemlisi acaba bugün kaç izleyicinin aklına izlediği filmle ilgili görüş, eleştiri, takdirlerini bir mektup (hadi e-mail olsun) fax vb. yolla filmin yönetmenine yollamak geliyor?
Elbette onların iletişim bilgilerine ulaşmak kolay değildir... ya da belki de öyledir… Yani kaç kişi denedi, ne kadar uğraştı ki?
Bugün bir yönetmenin biz izleyicisinden bu tarz bir mektup ya da ona benzer bir geri dönüş aldığını gözümün önüne getiriyorum da eminim o da şok olurdu.
Her yerde bundan bahsederdi ve eminim bir ödül kazanmış kadar mutlu olurdu. Çünkü bu, izleyicinin (sinema eleştirmeni değil, köşe yazarı, editör ya da sektörden biri değil, doğrudan izleyicinin) sanatçıyla temasıdır. Ve bir sanatçıyı besleyen, ona mesafe kat ettiren en önemli dinamiklerden biri de budur.
İletişim çağında yaşıyoruz ve iletişim araçlarını eskiye göre daha verimsiz kullanıyoruz. Ne kadar ironik değil mi?
Kaynak:
Mühürlenmiş Zaman, Afa Sinema yayınları, İstanbul Mart 2000. Üçüncü basım. S8
Ünlü Rus tiyatro ve sinema oyuncusu Inokenti Smoktunovski, Ayna’da “anlatıcı” metnini okumuştur.
Ünlü Rus şair Arseni Tarkovski, yönetmen Andrei Tarkovski’nin babası’dır. Andrei babasının şiirlerine bazı filmlerinde (Ayna, Stalker) yer vermiştir.
Aslında daha da önemlisi acaba bugün kaç izleyicinin aklına izlediği filmle ilgili görüş, eleştiri, takdirlerini bir mektup vb ile filmin yönetmenine yollamak geliyor?
Size, izleyicileri tarafından Rus yönetmen Andrey Tarkovski’ye Ayna (Zerkalo – 1975) filmi için gönderilen mektuplardan bazılarını sunacağım.
Sizin de okuyacağınız üzere bu mektuplardan bazıları oldukça güzel, takdir dolu, bazıları ise öfke ve eleştiri dolu;
Leningrad’dan inşaat mühendisi bir bayan izleyici:
“Filminiz Ayna’yı izledim. Hem de sonuna kadar.
Oysa biraz olsun bir şeyler anlayabilmek, filmdeki kişileri, olayları, anıları bir şekilde birbirine bağlayabilmek için samimiyetle kendimi zorlamaktan daha ilk yarım saatte başıma ağrılar girmişti.
Biz zavallı seyirciler iyi, kötü hatta genelde çok kötü filmler izleriz; bazen vasat da olabilirler, bazen de tam anlamıyla sıra dışı. Bir biçimde hepsini de anlamak mümkün. Onları ya beğenirsiniz ya da burun kıvırır, unutup gidersiniz. Ama ya bu?”
Sverdlovsk’dan bir başka mühendis izleyici:
"Ne zevksizlik, ne saçmalık!
İğrenç bir şey! Bence filminiz tam bir fiyasko.
Seyirciye biraz olsun yaklaşamıyor bile, oysa en önemli unsur seyirci değil midir?
(Ayna filmi için görüş bildiren bu izleyici, o dönem Sovyet Rusya’sında, işi sinema dalından sorumlu siyasi komiserden hesap sormaya dek vardırmış.)
Nasıl oluyor da Sovyetler Birliği’mizin sinema sorumluları böyle bir kepazeliğe göz yumabilmişler?”
Bilimler Akademisi Fizik Enstitüsü’nün duvar gazetesinde çıkmış ve bir enstitü çalışanı tarafından Tarkovski’ye gönderilmiş bir yazı;
"Tarkovski’nin filmi Ayna, bütün Moskova’da olduğu gibi Bilimler Akademisi Fizik Enstitüsünde de büyük ilgi topladı. Filmin yönetmeniyle şahsen tanışma isteğini ne yazık ki çok az kişi gerçekleştirebildi. Tarkovski’nin filmsel malzemeyle nasıl olup felsefi açıdan nasıl olup da bu denli derin bir yapıt ortaya çıkarabildiğini kavramakta güçlük çekiyoruz.
Sinema seyircisi alışmıştır; gittiği filmde bir öykü, bir eylem, kahramanlar ve genellikle bir "happy end"le karşılaşmayı bekler. Tarkovski’nin filmlerinde de bu tür unsurlar arıyor, sonrada hayal kırıklığı içinde evine dönüyor, çünkü umduklarının hiçbirini bulamamıştır.
Bu film ne anlatıyor? İnsanları. Ama off voice’ı Inokenti Smoktunovski’nin(3) üstlendiği somut bir insanı değil. Hayır. Bu, daha çok senin hakkında, baban, ve büyük baban hakkında bir film.
Bu, senden sonra yaşayacak ama yine de ‘sen’ olan insanı anlatan bir film. Dünyanın bu yüzünde yaşayan bir insanı anlatıyor. İnsan dünyanın bir parçası ama dünya da onun bir parçası. Geçmişe ve geleceğe karşı kendi hayatını ortaya koymalı. İşte filmin konusu.
Bu filmi hiçbir iddia taşımadan, öylesine izleyin ve kendinizi Bach’ın müziğiyle Arseni Tarkovski’nin(4) şiirlerine kaptırıp gidin!
Tıpkı yıldızları, denizi, güzel bir manzarayı izler gibi. Matematiksel bir mantığa bu filmde rastlayamazsınız.
Zaten matematiksel mantığın insanın ne olduğunu ve yaşamının anlamını açıkladığı nerede görülmüş ki?”
Gorki’den bir izleyici;
“Ayna için çok teşekkürler.
Her şey, aynen çocukluğumdaki gibi.
Bunu nasıl öğrenebildiğinizi merak ettim doğrusu. O zamanda tıpkı böyle bir rüzgar, bir fırtına esmişti.
‘Galka, kediyi dışarı at! diye bağıran bir büyük anne. Karanlık bir oda…
Gaz lambası da sönmüştü ve anne yolu gözlemekten sıkışan ruhlar.
Çocukta bilincin uyanması, filminizde ne de güzel anlatılıyor!...
Tanrım her şey ne kadar da doğru... Gerçekten de annelerimizin yüzlerini tanımıyoruz. Ve her şey ne kadar da yalın, ne kadar doğal.
Biliyor musunuz, o karanlık sinema salonunda, yeteneğinizin ışıklandırdığı bir perde parçasına bakarken, hayatımda ilk kez yalnız olmadığımı hissettim.”
Leningrad’dan bir işçi:
“Mektubumun nedeni Ayna.
Hakkında söz söylemeye bile cüret edemediğim ama içinde yaşadığım bir film bu.”
Nobosbirsk’den bir öğretmen;
“Bugüne dek herhangi bir yönetmen ya da yazarla izlenimlerimi paylaşmayı hiç düşünmedim.
Ama şimdi çok özel bir durum söz konusu; Bu film, ruhunu ve düşüncesini, huzursuzluk ve görüşler yükünden kurtararak insanı dilsizlik lanetinden azat ediyor.
Filminizin tartışıldığı bir toplantıya katılmıştım. Fizikçisi, edebiyatçısı hepsi aynı görüşteydi; İnsancıl, dürüst ve gerekli bir film; yazarına teşekkür borçluyuz.
Tartışmada söz alan tek tek herkes şöyle dedi; Bu film beni anlatıyor.”
Bu mektupları Andrei Tarkovski’nin “Mühürlenmiş Zaman” isimli kitabından birebir aldım.
Ancak benim asıl ilgimi çeken, bir izleyicinin filmi izledikten sonra düşüncelerini, eleştirilerini, takdir ya da tenkitlerini oturup yazmazı. Sonra da bunu filmin yönetmenine yollaması. Bu ne kadar tuhaf geliyor kulağa...
Düşünsenize bugün acaba kaç yönetmen bu durumu yaşıyor? Yani acaba Zeki Demirkubuz, Spielberg, Kim Ki-Duk kaç izleyicisinden tenkit ya da takdir mektubu alıyor?
Aslında daha da önemlisi acaba bugün kaç izleyicinin aklına izlediği filmle ilgili görüş, eleştiri, takdirlerini bir mektup (hadi e-mail olsun) fax vb. yolla filmin yönetmenine yollamak geliyor?
Elbette onların iletişim bilgilerine ulaşmak kolay değildir... ya da belki de öyledir… Yani kaç kişi denedi, ne kadar uğraştı ki?
Bugün bir yönetmenin biz izleyicisinden bu tarz bir mektup ya da ona benzer bir geri dönüş aldığını gözümün önüne getiriyorum da eminim o da şok olurdu.
Her yerde bundan bahsederdi ve eminim bir ödül kazanmış kadar mutlu olurdu. Çünkü bu, izleyicinin (sinema eleştirmeni değil, köşe yazarı, editör ya da sektörden biri değil, doğrudan izleyicinin) sanatçıyla temasıdır. Ve bir sanatçıyı besleyen, ona mesafe kat ettiren en önemli dinamiklerden biri de budur.
İletişim çağında yaşıyoruz ve iletişim araçlarını eskiye göre daha verimsiz kullanıyoruz. Ne kadar ironik değil mi?
Kaynak:
Mühürlenmiş Zaman, Afa Sinema yayınları, İstanbul Mart 2000. Üçüncü basım. S8
Ünlü Rus tiyatro ve sinema oyuncusu Inokenti Smoktunovski, Ayna’da “anlatıcı” metnini okumuştur.
Ünlü Rus şair Arseni Tarkovski, yönetmen Andrei Tarkovski’nin babası’dır. Andrei babasının şiirlerine bazı filmlerinde (Ayna, Stalker) yer vermiştir.
Comments