Tom Hanks’in de dediği gibi, ister oyuncu ister seyirci olalım bu deneyimden büyük zevk alıyoruz çünkü bu şekilde bir bütünün; yaşadığımız hayat ve insanlık bütününün bir parçası olduğumuzu hissediyoruz.
Günümüz sinema izleyicisi A’sından Z’sine sinemanın artık her şeyini biliyor, onu iyi tanıyor. Yani izlediği görüntünün bir kurgu olduğunun farkında. Hatta 8-10 yaşındaki çocuklar bile film yıldızlarını tanıyor ve izlediği görüntünün gerçek olmadığını biliyor.
Kısacası biz, ilk sinema gösteriminde trenin gara giriş sahnesinden korkup salonu terk eden o ilk izleyici topluluğuna göre çok daha bilinçli ve tecrübeliyiz.
Ancak hala Rocky’nin kahramanca mücadelesinden sonra tüm salon gözyaşları içinde onu çılgınca alkışlayabiliyor. (Evet buna şahit oldum hatta o grubun içinde ben de vardım.) Matrix’de Cyper’ın Neo ve ekibine, Gladiator’da Commodus’un imparator babasına ve Maximus’a yaptıklarından dolayı ondan nefret edebiliyoruz. Peki neden?
Bunun sebebi aslında sinemaya gidiş nedenimizle aynı. Sinemaya gidiyoruz çünkü gerçek hayatta yaşayamayacağımız deneyimleri yaşamak istiyoruz (ve yaşıyoruz). Bu bağlamda sinema ve rüya arasında çok önemli bir bağ var.(1)
Bu, kimilerine göre bir kaçış kimilerine göre bir aydınlanma süreci. İşte film kahramanları da bu sürecin bir parçası. Yüzüklerin Efendisi’ndeki Aragorn’u düşünün… Hemen herkesin beğendiği bu karakter yakışıklı, güçlü, onurlu, akıllı, iyi savaşçı, sözünde durur, duygusal, sağduyulu, vefakar, güvenilir, cesur… (bu özellikleri daha da artırabiliriz) kısacası dört dörtlük bir insan evladı’dır.
Peki Kuzuların Sessizliğindeki ajan Clarice Starling? Güzel, akıllı, sade, çalışkan, soğukkanlı, sorumluluk sahibi, azimli, masum, iyi kalpli…
Aynı şey aşağı yukarı kötü karakterler içinde geçerlidir. Evet onların doğal olarak çekici özellikleri daha az tutulmuştur ama Cesur Yürek (Braveheart)’daki 1.Edward (Patrick McGoohan)’ı bir düşünün. Tahtının varisi olan oğlu bir eşcinsel. Gelini en büyük düşmanına aşık. Kendisi yaşlı, üstelikte çok hasta. Ve karşısında dağ gibi William Wallace diye bir düşman var.
Çoğu insan o yaşta emekliliğinin tadını çıkarırken o bir yandan hastalığıyla bir yandan ülkesinin sorunlarıyla bir yandan da son derece güçlü, yakışıklı, akıllı… düşmanıyla uğraşıyor. Evet gerçek hayatta da iyiler ve kötüler var. Birçok güzel özelliği ya da kötü özelliği bünyesinde barındıran insanlar var.
Ancak gerçek hayatta hiçbir zaman bir insan bu kadar özelliği bünyesinde barındırmaz. Gladiator’de kah hüzünle kah coşkuyla izlediğimiz Maximus gerçek hayatta evinin banyosunda öldürülmüştür; cesurca savaşarak değil.
Zaten kurgusal ortamın da büyüsü burada yatıyor. Kurgusal ortamda izlediğimiz bir karakter aslında birden fazla insanın birleşmiş halidir. Onu çekici kılan unsur bu’dur. Aksi olsaydı kimse sinemaya gitmezdi çünkü gerçek hayatta zaten çelişkileri, zıtlıkları bünyesinde barındıran normal insanlarla iç içe yaşıyoruz.
Hatta o insan bizzat biziz. Aslında Hemen herkes bu durumun farkındadır. Gerçek hayatta asla filmdeki gibi bir “Rambo”nun yaşamadığını bilir ama yine de içten içe “Neden olmasın ?” der.
Evet dev bir avcı bıçağına, sıkı bir eğitime sahip değildir ama zor bir durumla karşılaştığı zaman neden Rambo gibi dişini sıkamasın? Ajan Clarice Starling gibi soğukkanlılığını koruyamasın? Hatta 1.Edward gibi şartlar aleyhine de olsa paniklemeyip kafasını kullanarak sorunları çözemesin?
Sinema’da izlediğimiz karakterlerin üzerimizde tartışmasız bir etkisi var. Bir düşünün; kaçımız izlediğimiz bir filmdeki karakterden etkilenip film bittikten sonra hayatımızla ilgili yeni kararlar almadık?
Kaçımız Rocky’i izledikten sonra sabah gün doğarken kalkıp koşacağımıza, kendimize daha iyi bakacağımıza dair kendi kendimize söz vermedik? Kuzuların Sessizliğinden sonra kaçımız Clarice gibi işimizde başarılı ve çalışkan olacağımıza dair kendi kendimize söz vermedik?
Terminator 2 filmi bittiğinde, salondan çıkan erkek izleyicilerin birçoğunun yürüyüş ve yüz ifadesinin değiştiğine yemin edebilirim. Evet onlar hala o karakteri yaşıyordu. Eğer şeytan orada olsaydı, eminim o birkaç dakikalık salonun boşaldığı zamanda Arnold’ın yerinde olmak için ruhunu bile satmaya hazır pek çok insan bulabilirdi.
Sinema ortamının bir rüya ortamına ne kadar benzediğini söylemiştik. İzleyici burada gerçeğin farkındadır ancak izlemekten kendini bir türlü alamaz. Yaşadığımız şey öğrenme, deneyim yaşama ve aydınlanma sürecidir. İzlediği karakterlerin nezdinde kısa bir zaman diliminde koca bir ömürlük deneyim yaşar.
Sinema salonunun karanlığından gerçek dünyanın aydınlığına çıktığında ise tam anlamıyla bir aydınlanma yaşar. Hayatla ilgili yeni kararlar verir, eski kararlarını yeniden sorgular. İnsana, tabiata bakış açısı 180 derece değişir. Yeni bir enerji, mutluluk bazen de nefret, acizlik, tatminsizlik hisseder içinde.
Tom Hanks’in de dediği gibi, ister oyuncu ister seyirci olalım bu deneyimden büyük zevk alıyoruz çünkü bu şekilde bir bütünün; yaşadığımız hayat ve insanlık bütününün bir parçası olduğumuzu hissediyoruz. Bu sayede hepimiz ortak bir hayali, bilinci, sinerjiyi paylaşıyoruz. Ruhumuzu tatmin eden de bu işte...
Kaynak: 1 - Düş, Gerçek Ve Sinema. Ayşe Şasa, İhsan Kabil ve Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul 1997.
Günümüz sinema izleyicisi A’sından Z’sine sinemanın artık her şeyini biliyor, onu iyi tanıyor. Yani izlediği görüntünün bir kurgu olduğunun farkında. Hatta 8-10 yaşındaki çocuklar bile film yıldızlarını tanıyor ve izlediği görüntünün gerçek olmadığını biliyor.
Kısacası biz, ilk sinema gösteriminde trenin gara giriş sahnesinden korkup salonu terk eden o ilk izleyici topluluğuna göre çok daha bilinçli ve tecrübeliyiz.
Ancak hala Rocky’nin kahramanca mücadelesinden sonra tüm salon gözyaşları içinde onu çılgınca alkışlayabiliyor. (Evet buna şahit oldum hatta o grubun içinde ben de vardım.) Matrix’de Cyper’ın Neo ve ekibine, Gladiator’da Commodus’un imparator babasına ve Maximus’a yaptıklarından dolayı ondan nefret edebiliyoruz. Peki neden?
Bunun sebebi aslında sinemaya gidiş nedenimizle aynı. Sinemaya gidiyoruz çünkü gerçek hayatta yaşayamayacağımız deneyimleri yaşamak istiyoruz (ve yaşıyoruz). Bu bağlamda sinema ve rüya arasında çok önemli bir bağ var.(1)
Bu, kimilerine göre bir kaçış kimilerine göre bir aydınlanma süreci. İşte film kahramanları da bu sürecin bir parçası. Yüzüklerin Efendisi’ndeki Aragorn’u düşünün… Hemen herkesin beğendiği bu karakter yakışıklı, güçlü, onurlu, akıllı, iyi savaşçı, sözünde durur, duygusal, sağduyulu, vefakar, güvenilir, cesur… (bu özellikleri daha da artırabiliriz) kısacası dört dörtlük bir insan evladı’dır.
Peki Kuzuların Sessizliğindeki ajan Clarice Starling? Güzel, akıllı, sade, çalışkan, soğukkanlı, sorumluluk sahibi, azimli, masum, iyi kalpli…
Aynı şey aşağı yukarı kötü karakterler içinde geçerlidir. Evet onların doğal olarak çekici özellikleri daha az tutulmuştur ama Cesur Yürek (Braveheart)’daki 1.Edward (Patrick McGoohan)’ı bir düşünün. Tahtının varisi olan oğlu bir eşcinsel. Gelini en büyük düşmanına aşık. Kendisi yaşlı, üstelikte çok hasta. Ve karşısında dağ gibi William Wallace diye bir düşman var.
Çoğu insan o yaşta emekliliğinin tadını çıkarırken o bir yandan hastalığıyla bir yandan ülkesinin sorunlarıyla bir yandan da son derece güçlü, yakışıklı, akıllı… düşmanıyla uğraşıyor. Evet gerçek hayatta da iyiler ve kötüler var. Birçok güzel özelliği ya da kötü özelliği bünyesinde barındıran insanlar var.
Ancak gerçek hayatta hiçbir zaman bir insan bu kadar özelliği bünyesinde barındırmaz. Gladiator’de kah hüzünle kah coşkuyla izlediğimiz Maximus gerçek hayatta evinin banyosunda öldürülmüştür; cesurca savaşarak değil.
Zaten kurgusal ortamın da büyüsü burada yatıyor. Kurgusal ortamda izlediğimiz bir karakter aslında birden fazla insanın birleşmiş halidir. Onu çekici kılan unsur bu’dur. Aksi olsaydı kimse sinemaya gitmezdi çünkü gerçek hayatta zaten çelişkileri, zıtlıkları bünyesinde barındıran normal insanlarla iç içe yaşıyoruz.
Hatta o insan bizzat biziz. Aslında Hemen herkes bu durumun farkındadır. Gerçek hayatta asla filmdeki gibi bir “Rambo”nun yaşamadığını bilir ama yine de içten içe “Neden olmasın ?” der.
Evet dev bir avcı bıçağına, sıkı bir eğitime sahip değildir ama zor bir durumla karşılaştığı zaman neden Rambo gibi dişini sıkamasın? Ajan Clarice Starling gibi soğukkanlılığını koruyamasın? Hatta 1.Edward gibi şartlar aleyhine de olsa paniklemeyip kafasını kullanarak sorunları çözemesin?
Sinema’da izlediğimiz karakterlerin üzerimizde tartışmasız bir etkisi var. Bir düşünün; kaçımız izlediğimiz bir filmdeki karakterden etkilenip film bittikten sonra hayatımızla ilgili yeni kararlar almadık?
Kaçımız Rocky’i izledikten sonra sabah gün doğarken kalkıp koşacağımıza, kendimize daha iyi bakacağımıza dair kendi kendimize söz vermedik? Kuzuların Sessizliğinden sonra kaçımız Clarice gibi işimizde başarılı ve çalışkan olacağımıza dair kendi kendimize söz vermedik?
Terminator 2 filmi bittiğinde, salondan çıkan erkek izleyicilerin birçoğunun yürüyüş ve yüz ifadesinin değiştiğine yemin edebilirim. Evet onlar hala o karakteri yaşıyordu. Eğer şeytan orada olsaydı, eminim o birkaç dakikalık salonun boşaldığı zamanda Arnold’ın yerinde olmak için ruhunu bile satmaya hazır pek çok insan bulabilirdi.
Sinema ortamının bir rüya ortamına ne kadar benzediğini söylemiştik. İzleyici burada gerçeğin farkındadır ancak izlemekten kendini bir türlü alamaz. Yaşadığımız şey öğrenme, deneyim yaşama ve aydınlanma sürecidir. İzlediği karakterlerin nezdinde kısa bir zaman diliminde koca bir ömürlük deneyim yaşar.
Sinema salonunun karanlığından gerçek dünyanın aydınlığına çıktığında ise tam anlamıyla bir aydınlanma yaşar. Hayatla ilgili yeni kararlar verir, eski kararlarını yeniden sorgular. İnsana, tabiata bakış açısı 180 derece değişir. Yeni bir enerji, mutluluk bazen de nefret, acizlik, tatminsizlik hisseder içinde.
Tom Hanks’in de dediği gibi, ister oyuncu ister seyirci olalım bu deneyimden büyük zevk alıyoruz çünkü bu şekilde bir bütünün; yaşadığımız hayat ve insanlık bütününün bir parçası olduğumuzu hissediyoruz. Bu sayede hepimiz ortak bir hayali, bilinci, sinerjiyi paylaşıyoruz. Ruhumuzu tatmin eden de bu işte...
Kaynak: 1 - Düş, Gerçek Ve Sinema. Ayşe Şasa, İhsan Kabil ve Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul 1997.
Comments