Skip to main content

Bir kapıcının Sıradan Hayatı 2

Oruçla Ödeşmek

Ramazan o yıl ağustos ayına denk geliyordu. Aslında ağustosun sonlarına denk geliyordu ama İstanbul’da son birkaç yıldır yazları uzun ve cehennem gibi sıcak geçiyordu. Bu sıcak eylülün sonlarına dek hız kesmeden devam ediyordu. Nezih sıkıntıyla elindeki gazeteyi karıştırıyor bir yandan da yaklalan ramazanı düşünüyordu.

“Küresel ısınma” diye söylendi kendi kendine. Güvenlikçi Recep dönüp baktı.

“Efendim?” Kendisine söyledi sanmıştı.

“Küresel ısınma. Havalar gittikçe ısınıyor. Yandık.”

“Evet, kıyamet alameti”. İki adamda başlarını üzgünce salladılar. Bu ramazan zor geçsemese bari diye düşündü nezih. Çok uzun zamandır ramazan yaza denk gelmiyordu. Belki 20 yıldır.

Birden o ramazanı hatırlayıverdi. Yine böyle yaza denk gelmiş olan, belki de 20 yıl önceki o ramazanı. Hayatında ilk ve tek kez orucunu bozduğu o sıcak yaz ramazanını...

Okulun bahçesinde basket oynuyorlardı. O yazın sıcağında, hem de öğlen vakti. Güneşsin en tepede olduğu o cehennem vakti onlar basket oynuyorlardı. Ne de olsa daha çocuk sayılabilecek yaşlardaydılar. Nezih hatırlıyordu. Basket oynayanların içinde tek oruç tutan kendisiydi. Oruç tutan çocukların hiçbiri de basket oynamıyor ya da kendilerini susatacak benzer bir şey yapmadan gölge yerlerde oturuyorlardı. Yani kendisi dışında hiçbiri…

İçinde bir rahatsızlık, bir vicdan azabı duydu. Gazeteyi indirip binanın önünden gelen geçen insanlara görmeyen gözlerle baktı. Böyle hissetmesi yanlıştı esasında ve o da bunu farkındaydı. Yani sonuçta o zamanlar daha çocuk sayılırdı.

Susuzluğa dayanamayan çocuk gidip su içer sonra da geri gelip “Aaa! Unuttum ve su içtim” derdi gülümseyerek. Herkes onun bunu bilerek yaptığını bilirdi tabi. Nezih bunu hiç yapmamıştı. Yinede o gün… o gün istemese de bozulmuştu orucu ve bu içinde hep bir sızı olarak kalmıştı. İşte her sene ramazan vesilesiyle ömrünün sonuna dek yılda en az bir kez bu acı olayı hatırlamaya da devam edecekti. Gözünde canlanıverdi yine anılar. Kan ter içinde basket oynayan birkaç yeni yetme. Çok çekişmeli bir maç. Güneşin ortalığı kavuduğu bir ramazan günü. Maç bittiğinde tüm çocuklar suyu başlarına dikiyor. Biri hariç…

Birden cep telefonu çalmaya başladı ve Nezih’de düşüncelerinden gerçek hayat dönüverdi. Arayan apartman yöneticisi İzak bey’di. Yukarı çağırıyordu Nezihi. İçindeki can sıkıntısının nedenini biliyordu aslında Nezih. Ramazandı sebep. 1 ay boyunca tutulacak oruçlardı. Gerçi hepsini tutamıyordu ama yine de kendisi tutamasa da eşi… çevresindeki insanları, eş dost çoğu insan tutuyordu. Sorun oruç tutmak da değildi aslında ve Nezih de bunu biliyordu. Yetişkin bir insandı ve akşama dek oruç tutma konusunda genelde sıkıntı çekmiyordu. Sorun o günü tekrar yaşama korkusuydu.

“Hadi eyvallah” deyip bankaya yöneldi Recep. Nezihte yukarı İzak beyin yanına çıktı.

Sonunda ramazan başlamış, ilk bir haftası geçivermişti bile. Nezih Orhan ustanın simit arabasının yanında oturmuş laflıyordu.

“Eee ne zaman beraber iftar yapacağız?

“Yapalım bir akşam hakikaten. Arkada benim bahçede hazırlarız.” dedi Nezih.

“ Garson Recep’i, piyangocu Aykutu, kim varsa çağırırız.

“ Olur iyi fikir. Yarın akşama çağırayım ben herkesi. – Böylece ertesi akşama iftar için etraftaki eşe dosta haber vermeye başladılar. Orhan usta ve diğerleri ısrar etse de Nezih yardım tekliflerini kibarca reddetti. Bu iftarı kendisi verecekti, o yüzden yemeklerde kendisindendi. Aysel’e yarın akşama iftar yemeği vereceğini, ona göre hazırlık yapmasını söyleyip alışveriş için bir miktar da para verdi. İftar yemeği vermek büyük sevaptır diye bilinir, o yüzden ramazanda kimse vereceği yemeğin maliyetini düşünüp endişelenmez. Nezihte sevaba gireceği mutluydu açıkçası. Bu yüzden Aysel’de ses çıkarmamıştı Nezihe. O gün hem Nezih hem de Orhan usta gördükleri tüm eşe dosta haber verdiler. Gelebilecek herkes teşekkür edip söz verdi.

Ertesi akşam iftar vaktine yakın Aysel hazırlıkları bitirmek üzereydi. Arkadaki bahçeye iki uzun masa çekmişler, üzerine örtüleri serip sandalye çıkarmışlardı. Binadaki ofislerde çalışan ve Nezihin ahbaplık kurduğu birkaç kişi de davetliydi. Aysel tüm gün uğraşmış, dört beş çeşit yemeği hazır etmişti.

Önce “ Tut şunları kollarım yandı vallahi” diye kollarında sıcak pidelerle Recep çıkageldi. Recep biraz ötedeki Bereket lokantasında çalışıyordu. Daha çok dışarıdan yemek siparişi geldiğinde onları tepsiyle yemekleri getirip götürüyordu. Nezih binanın kapısı önünde dikiliyor iftarı bekliyordu o sıra.

“Yahu ne zahmet ettin. Ben gidip alıp gelecektim fırından.”

“Ne gerek var canım. Lokantadan kaptım geldim ben. Dün patrona söylemiştim ben iftara davetliyim diye. İzin istemiştim. O da tamam demişti. Şimdi çıkarken “pideleri buradan götür Recep” demez mi? Ramazan bereketi işte. Herkes sevap peşinde.”

Nezih pideleri gidip bırakıp geldiğinde Orhan ustan kapının önünde Receple sohbet ediyordu. Elinde koca bir kutu vardı.

“Bu ne Orhan usta?”

“Tatlı aldım. Güllaç. Ramazan da güllaç yenir.”

“Yahu ne gerek vardı. Ne zahmet ettin.” Nezih bu seferde tatlıları bırakmaya gitti.

Döndüğünde bu sefer kapının önünde muhabbet edenler 4 kişi olmuştu. Güvenlikçi Recep ayakları dibinde bir poşetle, piyangocu Aykut da bir elinde kutuyla dikiliyor hep beraber Orhan ustanın anlattığın bir şeyi dinliyorlardı.

“Yahu bunlar nedir?”

“E susadık akşama kadar. Ramazanda rakı içecek halimiz yok ya. Kola aldım buz gibi, içeriz işte.” diyen Recep poşeti Nezihin bir eline tutuşturuverdi. Piyangocu Aykut da elim boş gitmeyeyim diye pastanenin birinden güllaç almıştı. Artık iftar vakti de iyice yaklaştığından hep beraber içeri Nezihin evinden arka bahçeye geçtiler.

Aysel, Nezihin ellerindekileri görünce “misafire alışveriş mi yaptırdın?” diye önce bir güzel kızdı. Nezih durumu anlatınca da gidip hem “hoş geldiniz” dedi hem de hepsine teşekkür edip hafifçe de sitem etti. Sonunda ezan okundu ve hep beraber iftarlarını yaptılar. Yemekler, tatlılar, çay derken sonunda hepsinin karnı da 3 aylık hamile gibi şişmiş kalmıştı.

Ertesi gün Nezih, Aysel’in direktifleri ve alışveriş listesi doğrultusunda apartman işlerinden fırsat buldukça alışveriş yapmaya başladı. Önce sabah ilk iş olarak İzak bey’in mektuplarını, günlük gazete ve sabah alışverişini yapıp geldi.

Aksi gibi o gün de apartmanda korkunç bir yoğunluk vardı. Önce dairelerden birinde tuvalet tıkandı. Nezih belediye görevlilerini beklerken gidip bir kısım alışverişini tamamladı. İşte Nezihin gününün nasıl geçeceği de daha sabahtan belli olmuş oldu. Bir yandan apartmanın işleri ve alışveriş koşturması diğer yandan oruçlu olması derken öğlene doğru Nezihin pili tükenmeye başlamıştı bile.

Güneş şemsiyesi altında oturan Orhan usta, tam önünden geçen Nezihin yüzünden anlayıvermişti durumu.

“Hayırdır Nezih! Rengin solmuş. İyi misin?”

Nezihin onu pek duyacak duysa da cevap verecek ne hali ne de zamanı vardı. Yorgun bir sesle cevap verdi;

“Hiç sorma. Apartmanın tüm aksilikleri bugünü seçmiş. Bir yandan da alışveriş yapmaya çalışıyorum.”

“Yardım edeyim mi? Alışverişi ben yapayım istersen.” Nezih uzaklaşmıştı bile.

“Boşver. Sende işinden kalma. Ben hepsini hallederim. Yine de sağol.”

Öğleden sonra alışverişin büyük kısmı bitmiş, apartmanın işleri ise bir türlü bitmemişti. Arada Aysel telefon açıp yanlış ya da eksik aldığı şeyleri söyleyip Nezihi bir güzel fırçalıyor, bir an önce alınması gereken şeyleri yazdırıyordu. Nezih belediye binasında apartman vergisi kuyruğundaydı. Bir elinde vergi makbuzu diğer elinde alışverişi listesi öylece dikiliyor, sıranın kendisine gelmesini bekliyordu.

“ Yürüsene birader! Hala dikiliyorsun.” Birinin uyarısıyla uyandı Nezih. Dalıp gitmişti. Önündeki sıra boşalmış sıra kendisine gelmişti de haberi yoktu. Ödemeyi yapıp apartmanın birkaç sokak arkasındaki markete doğru gidiyordu. Gidiyordu ama kendisini çok halsiz hissediyor, ölü gibi yürüyordu.

Saatine baktı. 3’ü geçiyordu. Yaklaşık 4 saat vardı daha. Tam marketin önüne gelmişti ki olan oldu ve Nezihin gözleri kararıverdi.

“ Tamam birader sakin ol. Başın döndü herhalde.” Genç bir adam başında dikilmiş hafifçe yanağına tokat atarak uyandırmaya çalışıyordu.

“ Tansiyonum düştü sanırım” diye mırıldandı Nezih. Başında bir sürü tanımadığı insanın kellesi durmuş yukarıdan kendisine bakıyordu. Yüzü ve gömleğinin önü ıslaktı ama susuzluktan içi hala yanıyordu. Demek sadece yüzünü yıkamışlardı.

“ Az suç içirin adama da kendisine gelsin” diye seslendi kadının biri.

“ Hayır olmaz” dese de sesi başındaki kalabalığın gürültüsünde kaynadı. Başında çömelmiş duran genç adam elindeki plastik su şişesini nezihin ağzına yaklaştırınca sanki zehir içireceklermiş gibi birden doğrulup yerinden fırlayıverdi Nezih. Başındaki insanlar ne olduğunu anlamamış hep bir ağızdan konuşuyor, onu sakinleştirmeye, bir kenara oturtmaya çalışıyordu.

Sonunda herkesi iyi olduğuna ikna eden Nezih ayaklanmadan evvel elinde su şişesiyle kaldırımın kenarında bir süre dinlendi. Ancak tam kalkarken tekrar başı dönünce ilk defa içinde bir telaş kıpırtısı oldu. “Sakin ol oğlum. Orucunu yine bozmak sorunda kalmayacaksın.” Elindeki su şişesine özlemle baktı. “Hayır. Tekrar olmasına izin veremem”.

Böylece bir süre daha kalkmaya çalışıp başı döndüğünde yığılır gibi yere oturarak orada öylece kalakaldı Nezih. Susuzluktan ağzı kurumuştu. “Günah yok. Hastaysan bozabilirsin orucu. Niye kendine eziyet edesin ki?” diye mırıldandı. Aslında bu durumda orucu bozabileceğini biliyordu ama yine de bunu yapamıyordu işte. Çocukluğunda, basket sahasında olan şeyin acısı bir ömür boyu sırtındayken buna bir ikincisini ekleyeme hiç niyeti yoktu.

“İçsene!”

Çocuğun biri kendisine su şişesini uzatıyor. Nezih ismini hatırlamıyor çocuğun, aradan çok zaman geçmiş. Plastik su şişesini nereden bulduklarını da hatırlamıyor. Güneş en tepede cehennemi sıcağını üstlerine salıyor. O kadar güneşli bir gün ki her yer apaydınlık.

“Olmaz, orucum ben.”

Bu cevabı verdiğini de iyi hatırlıyor. Sonra neler olduğunu yine hatırlamıyor ama hayır demiş olsa da ikna olmaya çok yakın. Arkadaşları da bunu sezmiş olmalı. Az önceki basket maçından dolayı yorulmuş ve ter içinde. Güneş acımasızca tepelerinde dikilirken potaların altındaki biraz gölge alana yürüyorlar.

Susuzluk çok can yakıcı. Ama daha da can acıtıcı olan şey arkadaşlarınız su şişesini başlarına dikerken sizin bunu yapamıyor oluşunuz.

“Sadece ağzımı çalkalayacağım.”

Sadece ağzını çalkalıyor. Yutmuyor suyu. Bu bile o kadar güzel ki. Ama yetmiyor tabi. Kendini zor tutuyor ve tükürüyor ağız dolusu suyu. Bu onu rahatlatmaktan ziyade suya özlemini daha da artırıyor. Bir daha dikiyor şişeyi başına. Gözlerini kısarak bakıyor parlak, cehennemi güneşe. Yanakları suyla dolu ve gırtlağına doğru ilerliyorlar. “Hayır” diyor içinde bir şey, bir yer. “Yapma!”

Yanındaki arkadaşı elini uzatıp şişenin yumuşak, plastik gövdesini sıktığında yapmamaya karar vermişti. Ama bazen sizin verdiğiniz kararın tek başına bir anlamı olmaz. Sular Nezihin ağzına, gırtlağına dolarken son anda geri çekilip başını eğdi Nezih. Deli gibi öksürürken arkadaşlarının kahkahalarını duyuyordu. Suyun tadı… Yine de eşsizdi.

Nezih uzun süredir bu olayı düşünmemişti. Arada ramazanlarda gelirdi aklına ve içini sızlatır sonra da yine ramazanla geçerdi. “Ya tansiyon ya da kan şekeri” diye düşündü. “Ve bu her neyse orucumu bozmam gerekiyor. Bir şeyler yemem, içmem lazım. Yolsa yerimden bile kalkamayacağım.”

Aksi gibi bu akşam iftara bir sürü arkadaşı davetliydi ve bir an önce kalkıp alışveriş yapıp malzemeleri Aysel’e yetiştirmesi gerekiyordu ama düşerken kağıdı falan da kaybetmişti. Üstelik yerinden kalkacak takati de yoktu.

Susuzluk… Boğazı yanıyordu susuzluktan. Elindeki küçük, plastik su şişesine baktı. “Sadece ağzımı ıslatayım” diye geçirdi içinden. İnsanın zaafları karşısındaki acizliği dikkat çekicidir. En güçlü insan bile zaafları karşısında kundaktaki bebek kadar çaresizdir. Hele susuzluk gibi bir temel ihtiyaç söz konusu olursa. O zaman doğru bildiği her şeyi unutuverir insan. Nezih şişeyi başına dikti ve suyu yanaklarına doldurdu. Serinliği müthişti. Ağzını çalkalayıp tükürdü. Yetmemişti… Zaten hiç yeterli olmazdı. Susuzluğu daha da arttı. Tıpkı o günkü gibi…

Dayanamayacağını anladı Nezih. Bir karar vermeliydi. Telefonunu çıkardı.

“Orhan usta Adliyenin arkasındaki çimen sokaktayım. Acil buraya gelebilir misin?”

“Hayrola nezih, bir şey mi oldu?”

“Tansiyonum düştü sanırım. Kaldırımda oturuyorum şu an.”

Nezih etrafına bakındı. İnsanlarda iftar telaşını görebiliyordu. Sanki herkes işini biran önce bitirip evine gitmek ister gibiydi. Sofralarına oturup oruçlarını açmak, yemeklerini yemek, sularını içmek… sularını… Nezih tekrar elindeki şişeye baktı. Sonunda kalkıp ana yolun kenarından eve doğru yürümeye başladı. Büyük ihtimalle Orhan usta da bu yoldan gelirdi nasılsa. Sonunda tüm vücuduna yeniden bir halsizlik çöktü. Bir apartmanın giriş merdivenlerine çöktü. Su şişesi elindeydi hala.

“Ağzımı az daha ıslatayım. Bundan bir şey olmaz” dedi ve şişeyi tekrar başına dikti. Ağzına doldurduğu suyun tadı eşsizdi. “Neden yutmamayım ki?” diye düşündü sonra. “Sonuçta daha sonra telafi ederim olur biter.”

Beyni bir yandan basket sahasındaki o güne gidiyor, bir yandan elindeki suyu içmesini söylüyordu. Aklı ve kalbi farklı şeyler söylese de sonunda yine daha öncede olduğu gibi galip gelen aklı oldu.

Ağzına doldurduğu suyu tam yutmak üzereyken yanı başında bir ses “Nezih sen ne yapıyorsun?” diye bağırıverdi. Tabi Nezih de o an refleksle tüm suyu önündeki kaldırıma püskürttü.

Orhan usta iri iri gözlerle ona bakıyordu.

“Yahu o kadar kötü müsün? Yani çok hastaysan bozabilirsin tabi.”

“Bende öyle yapacaktım zaten” diye sinirli sinirli karşılık verdi Nezih.

“Tamam kızma canım. Sadece şaşırdım bir an. Çok kötüysen iç tabi. Hatta istersen hastaneye gidelim ha?”

Nezih saatine baktı. İftara sadece iki saat kalmıştı. Orhan usta’nın da yardımıyla yavaşça doğrulup kalktı.

“Bir zamanlar birileri yüzünden sona anda günaha girmiştim. Şimdi de birileri yüzünden son anda günahtan kurtuldum.”

“Nasıl yani?”

“Boş ver önemli değil. Böylelikle ödeşmiş oluyorum işte.”

Orhan usta hiçbir şey anlamamıştı. “Oruç başına mı vurdu acaba?” diye bir an Nezihin yüzüne dikkatle baktı. Tek gördüğü yorgun ama huzurlu bir yüzdü. Bu da içini rahatlatmaya yetti.

Comments

Popular posts from this blog

KitKat Japonya’da Neden Bir Numara?

KitKat Japonya’da piyasaya sürüldüğünde Japonlar hemen birşey farketti; “Kitto Katsu”  Japonlar ya da genel olarak Uzakdoğu toplumları uğur, uğursuzluk, lanet konularında hassaslar. Örneğin “4” sayısı. Herhalde Asya kültüründeki en talihsiz sayı 4 . Okunuşu, “si” şeklindedir ve “ölüm” anlamına gelen “şı”ya benzer. Bunun yanında “8” (hachi) sayısı, zenginlik, servet anlamına gelen Çince sözcüğe benzerliğinden dolayı Asya kültürü’nde en sevilen sayıdır . Pekin Yaz Olimpiyatları’nın açılış tarihini hatırlayan var mı? Söyleyelim; 08.08.08 ’de saat tam 08.08.08 ’de. Bu işin avantajları da yok değil. Örneğin Nestle ’nin KitKat çikolatası’nın Japonya’da en çok tercih edilen çikolatalardan biri olduğunu biliyor muydunuz? Bunun nedeni, çikolatanın isminden dolayı uğur getirdiğine inanılması. KitKat Japonya’da piyasaya sürüldüğünde insanlar hemen birşey farketti. Çikolata’nın ismi “Daima kazan!” anlamına gelen Japonca “Kitto Katsu” sözcüğüne benziyordu. Zamanla öğrenciler arasında,

Nasuh Mahruki Ne Demek?

Nasuh Mahruki’yi herkes az çok tanır; ünlü dağcımız, doğa sporları uzmanı ve AKUT’un kurucusu. Geçen gün İKÜ Önder Öztunalı salonunda bir seminer verdi Mahruki. Semineri İKÜ Etkili İletişim Kulübü oranize etti. Caner, Ecem ve Recep’i kutluyorum, bu kulüp harika iş çıkarıyor. Bunun faydasını ileride görecekler.  Mahruki yeni çıkan kitabını (Kendi Everestinize Tırmanın) da anlattı seminerde, hatta seminerin içeriği de büyük oranda  kitaptandı sanırım. Peki ne anlattı Mahruki? …Şeeey güzel bir soru, çünkü not alsam bile bazı yerlerde anlamakta zorlandım. Mahruki iyi bir dağcı olabilir ama iyi bir anlatıcı olmadığı kesin. Salondaki gençlerin gözlerinin kapanmasını engelleyen yegane şey Mahruki’nin ünü ve sunumunda yer alan dağda bayırda çekilmiş gerçek aktüel görüntülerden oluşan videolardı. Hitabet konusunda çalışması gerek. Şöyle bir etrafıma bakındığımda salonu dolduran gençlerden not tutan kimse göremedim. Herkes sadece izledi. Oysa arada not da alsalar ne güzel olurdu değil mi

Corona En Güzel Nasıl İçilir? - How to Drink Corona?

Corona, bizde pek yaygın tüketilmese de dünya çapında epey hayranı olan bir bira markası. Corona’nın bu kadar sevilen ve ünlü olmasının sebeplerinden biri de içim şekli. Corona is a beer brand that has many fans around the world, although it is not widely consumed in our country. One of the reasons why Corona is so popular and famous is the way I drink. Corona, sıkılıp şişenin ağzından içine tıkılan bir parça limonla içilen; yani böyle bir içme ritüeli olan bir bira. Elbette normal de içebilirsiniz ama Corona’yı Corona yapan onun böyle içiliyor olması.  Corona, a piece of lemon that is squeezed and clicked from the mouth of the bottle; that is, a beer with such a drinking ritual. Of course, you can also drink normally, but that's what makes Corona Corona so. Peki bu ritüel nereden geliyor? Bu, Latin kültürüne özel, biranın tadını güzelleştirdiğine inanılan bir ritüel olup, dünyaya böyle yayılmış olabilir mi? So where does this ritual come from? This is a ritual specia