Skip to main content

Sahip Olduk Dibe Vurduk

Dövüş Kulübü şu temel fikri bize söyler; “Sahip olduklarımız bizim sahibimizdir.” İletişim çağında iletişimden kopuk yaşayan birey “sahip olma” güdüsüyle evindeki boşluğu doldururken kalbindeki boşluğu bir türlü dolduramaz.

18 Mart 1980’de hayata veda eden Erich Fromm, Freud psikanalizini geliştiren en önemli birkaç düşünürden biriydi. Şöyle diyor Fromm;
“Eğer sahip olmak, maddesel açıdan zenginleşmek mutlu kılsaydı, bütün batı toplumlarının buna ulaşmış olmaları gerekirdi. Ama kazanmak, sahip olmak, daha fazla tüketmek, gerçekte kendisine ve çevresine yabancılaşmış insanların korkularını ve bunalımlarını gizlemekte kullandıkları bir araçtır.”(1)

Maddesel açıdan bir şeylere sahip olmanın mutluluğa sahip olmakla eşdeğer olmadığını vurgulayan bir başka kişi de Amerika’lı yazar Chuck Palahniuk’du. Palahniuk üniversite öğrenimini tamamladıktan sonra bir süre bir kamyon şirketinde tamirci olarak çalışır.(2)

Bu arada Project Mayhem (Kargaşa Projesi) adlı kısa bir hikaye yazar. Bu hikaye zamanla Fight Club (Dövüş Kulubü) isimli kült romana dönüşecektir. Bu kitapta Palahniuk’ta Fromm’a benzer bir söylem geliştirir. Günümüz çağdaş toplumlarının ortak sıkıntısı olan huzur ve mutluluk arayışının nafile çabaları ve trajik sonuçlarını anlatır yazar.


Bu eser 1999’da David Fincher tarafından aynı adla (Fight Club) sinemaya uyarlanır. Film günümüzde kült mertebesinde kabul edilse de ne gariptir ki gösterime girdiğinde ABD'de 37,030,102$, uluslararası alanda ise 63,823,651 $ elde eder. (3)

Çoğu kişinin yorumu Amerikalıların filmi "anlamadıkları" yönünde olmuştur ki hasılat rakamları da bu konuda bize bir fikir veriyor.

Dövüş Kulübü şu temel fikri bize söyler; "Sahip olduklarımız sahibimizdir."

İletişim çağında iletişimden kopuk yaşayan birey “sahip olma” güdüsüyle evindeki boşluğu doldururken kalbindeki boşluğu bir türlü dolduramaz. Dahası aksi yönde bir sürü eleştiri / uyarı da almaktadır –ki bu kitap ya da filmler tam olarak bu misyonu yerine getiriyor ancak yine de ve hala birey olarak bu hastalıktan kurtulamıyoruz. Peki neden?

Aslında sahip olma içgüdüsü ilk insandan bu yana değişmedi; bu daima toplumsal statümüzün bir göstergesi olageldi. Roma döneminde de, sanayi devrimi toplumlarında da, günümüz modern toplumlarında da böyle.

Sorun farklı statülerden insanların, toplulukların, kavimlerin arasındaki iletişim problemi de değil; çünkü iletişim problemleri de her zaman ve koşulda yaşanageldi. Öyle ya, bugün geçmişteki gibi güvercinlerle ya da aylar süren mektup gönderimleriyle uğraşmıyoruz. Başka bir şehirdeki bir akrabamızı görmek için aylar süren yolculuklar da yapmıyoruz.

Sorun, günümüzde imkan sahibiyken ve ihtiyacımızda varken iletişim sorunlarını çözemiyor oluşumuz. Elimizde bir uzay mekiği var ama bir türlü kalkıpta Ay’a gidemiyoruz. Kabul görme ve ait olma ihtiyacımıza karşılık başarısızlık, ortada kalma korkumuz bizi ilkel bir korunma içgüdüsüne “kabuğuna çekilme” davranışına sevkediyor.

Eski dostlarımdan Cem Dayıoğlu’yla film üzerine sohbet ederken "Filmde elli bin kez dibe vurmak lafı geçiyor" demişti. Pek çok kişinin aklında kalan ve üzerinde uzun süre düşündüğü mesajlardan biri de “dibe vurmaktı” gerçekten. Kabuğuna çekilen bireyler olarak içimizdeki boşluğu harcama, sahip olma, oburca yeme gibi yeni yeni tatminlerle “hastalıklarla” doldurmaya çalışıyoruz.
Fromm şöyle devam ediyor;
“Sistemin (makinenin) işleyebilmesi için silik, kişiliksiz ve uyumlu klişe tipler gereklidir. Toplumsal yapı, bu ihtiyacını giderebilecek tipte insalar üretir. Sonrada onların bu kendilerine yabancılaşmış, korkak ve bunaltıcı ruh hallerini yalancı bir tatmine yöneltir. Çok tüketmek ve tüketilen malların marka değişiklikleriyle kişilikleri farklılaştırmak, aldatıcı bir doyum ve mutluluk görüntüsü verir. Ama içten içe herkes mutsuz, korkak ve acı içindedir.”(4)

Dibe vuran ve sonra birşekilde hayatının muhasebesini yapabilenler yeniden dizlerinin üzerinde doğrulabiliyor ancak yazık ki bunlar sadece şanslı bir azınlık.

Dövüş Kulübü, insanın içinde bulunduğu bu açmazdan çıkabilmesi için bir uyarıcı, bir şok etkisi olarak fiziksel şiddeti ve kontrollü bir anarşizmi önerir. Ancak orada da anlaşıldığı üzere, işin içinde insan olduğu müddetçe her sistem, her mekanizma kontrolden çıkmaya son derece müsait’dir. Çünkü insan başlıbaşına değişken ve komplex bir varlıktır.

Yine de Fight Club filmi en azından önemli bir misyonunu yerine getiriyor; İkaz etmek! Bu konuda yazmış, konuşmuş birçok fikir adamının söyemini olabilecek en vurucu, en gerçekçi şekilde yani görüntüyle, örneklemeyle, canlandırmayla bize sunuyor. Ders alana...

Yeni yılda mutluluğa “sahip olmamız” dileğiyle...

Kaynak: 
(1) Erich Fromm – Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları. S.V
(2) http://en.wikipedia.org/wiki/Chuck_Palahniuk 
(3) http://www.boxofficemojo.com/movies/?id=fightclub.htm
(4) Erich Fromm – Freud Düşüncesinin Büyüklüğü ve Sınırları. S.V, VI

Comments

Popular posts from this blog

KitKat Japonya’da Neden Bir Numara?

KitKat Japonya’da piyasaya sürüldüğünde Japonlar hemen birşey farketti; “Kitto Katsu”  Japonlar ya da genel olarak Uzakdoğu toplumları uğur, uğursuzluk, lanet konularında hassaslar. Örneğin “4” sayısı. Herhalde Asya kültüründeki en talihsiz sayı 4 . Okunuşu, “si” şeklindedir ve “ölüm” anlamına gelen “şı”ya benzer. Bunun yanında “8” (hachi) sayısı, zenginlik, servet anlamına gelen Çince sözcüğe benzerliğinden dolayı Asya kültürü’nde en sevilen sayıdır . Pekin Yaz Olimpiyatları’nın açılış tarihini hatırlayan var mı? Söyleyelim; 08.08.08 ’de saat tam 08.08.08 ’de. Bu işin avantajları da yok değil. Örneğin Nestle ’nin KitKat çikolatası’nın Japonya’da en çok tercih edilen çikolatalardan biri olduğunu biliyor muydunuz? Bunun nedeni, çikolatanın isminden dolayı uğur getirdiğine inanılması. KitKat Japonya’da piyasaya sürüldüğünde insanlar hemen birşey farketti. Çikolata’nın ismi “Daima kazan!” anlamına gelen Japonca “Kitto Katsu” sözcüğüne benziyordu. Zamanla öğrenciler arasında,

Nasuh Mahruki Ne Demek?

Nasuh Mahruki’yi herkes az çok tanır; ünlü dağcımız, doğa sporları uzmanı ve AKUT’un kurucusu. Geçen gün İKÜ Önder Öztunalı salonunda bir seminer verdi Mahruki. Semineri İKÜ Etkili İletişim Kulübü oranize etti. Caner, Ecem ve Recep’i kutluyorum, bu kulüp harika iş çıkarıyor. Bunun faydasını ileride görecekler.  Mahruki yeni çıkan kitabını (Kendi Everestinize Tırmanın) da anlattı seminerde, hatta seminerin içeriği de büyük oranda  kitaptandı sanırım. Peki ne anlattı Mahruki? …Şeeey güzel bir soru, çünkü not alsam bile bazı yerlerde anlamakta zorlandım. Mahruki iyi bir dağcı olabilir ama iyi bir anlatıcı olmadığı kesin. Salondaki gençlerin gözlerinin kapanmasını engelleyen yegane şey Mahruki’nin ünü ve sunumunda yer alan dağda bayırda çekilmiş gerçek aktüel görüntülerden oluşan videolardı. Hitabet konusunda çalışması gerek. Şöyle bir etrafıma bakındığımda salonu dolduran gençlerden not tutan kimse göremedim. Herkes sadece izledi. Oysa arada not da alsalar ne güzel olurdu değil mi

Corona En Güzel Nasıl İçilir? - How to Drink Corona?

Corona, bizde pek yaygın tüketilmese de dünya çapında epey hayranı olan bir bira markası. Corona’nın bu kadar sevilen ve ünlü olmasının sebeplerinden biri de içim şekli. Corona is a beer brand that has many fans around the world, although it is not widely consumed in our country. One of the reasons why Corona is so popular and famous is the way I drink. Corona, sıkılıp şişenin ağzından içine tıkılan bir parça limonla içilen; yani böyle bir içme ritüeli olan bir bira. Elbette normal de içebilirsiniz ama Corona’yı Corona yapan onun böyle içiliyor olması.  Corona, a piece of lemon that is squeezed and clicked from the mouth of the bottle; that is, a beer with such a drinking ritual. Of course, you can also drink normally, but that's what makes Corona Corona so. Peki bu ritüel nereden geliyor? Bu, Latin kültürüne özel, biranın tadını güzelleştirdiğine inanılan bir ritüel olup, dünyaya böyle yayılmış olabilir mi? So where does this ritual come from? This is a ritual specia